İnternetteki
En Kapsamlı
Hadis Arama Motoru

Videolar


Tirmizi Hadisleri - Sayfa 4


689-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "... Ey Muhammed namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" (İsra, 110) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: "Bu ayet, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın gizli (tebligatta) bulunduğu sırada nazil olmuştur. O zaman sesini yükseltince müşrikler işitiyor ve Kur'an'a onu indirene, onu getirene küfrediyorlardı. Allah Teala Hazretleri, "Namazını açıktan yapma." yani "açıktan, yüksek sesle okuma, ta ki müşrikler duymasın, ashabın işitmeyecek kadar da kısma" buyurarak ikisi arası, yani seslilikle sessizlik ortası bir yol tutmasını emretti."

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Benû İsrail 14, Tevhid 34, 44, 52; Müslim, Salat 145, (446); Tirmizi, Tefsir, Benû İsrail, (3144); Nesai, Salat 80, (2, 177).

Konu:  Tefsir


691-)  Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kim Kehf sûresinin başından -bir rivayette; sonundan- on ayet ezberlerse Mesih Deccal'in şerrinden emin olur."

Kaynak:  Müslim, Salatu'l-Müsafirin 257, (809); Ebu Davud, Melahim 14, (4323); Tirmizi, Fedailu'l-Kur'an 6, (2888).

Konu:  Tefsir


693-)  Said İbnu Cübeyr anlatıyor: "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a dedim ki: "Nevf el-Bekkali, İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa (aleyhisselam), Hızır'ın arkadaşı olan Musa olmadığını zannediyor." Bana şu cevabı verdi: "Allah'ın düşmanı yalan söylüyor. Ben Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'ı dinledim. Demişti ki: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan işittim, şunu anlattı: "Musa (aleyhisselam) Beni İsrail'e hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı. Kendisine, "insanların en bilgini kimdir?" diye soruldu: I: "Benim" diye cevap verdi. Cenab-ı Hak, "Allahu a'lem (yani en iyi bilen Allah'tır)" demediği için Musa'yı azarladı. Ve: "İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum senden daha alimdir" diye ona vahyetti. Hz. Musa (aleyhisselam): -"Ey Rabbim ben onu nasıl bulabilirim? diye sordu. Kendisine: -"Bir zenbile bir balık koy, onu sırtına al. Balığı nerede yitirirsen o zat oradadır" dendi. Dendiği gibi yaparak yola çıktı. Kendisiyle beraber, hizmetçisi olan Yuşa İbnu Nûn da yola çıktı. Beraberce yürüyerek bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi dinlenmek üzere orada yattılar. Balık kımıldayarak zenbilden çıkıp denize kaydı. Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Hz. Musa (aleyhisselam) ve hizmetçisi (balık için olduğunu bilmeksizin) bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler. Musa'nın arkadaşı ona, balığın gitmesini haber vermeyi unutmuştu. Sabah olunca Hz. Musa (aleyhisselam) hizmetcisine: "Hele sabah kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk" dedi. Ama emrolunduğu yere gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi: -"Hani bir kayanın yanına gelmiş yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti" dedi. Musa (aleyhisselam): "Bizim aradığımız orasıydı" dedi ve hemen izlerinin üzerine geri döndüler. İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Musa (aleyhisselam) orada örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selam verdi. Hızır aleyhisselam ona: -"Senin bu yerinde selam ne gezer!" -"Ben Musa'yım." -"Benû İsrail'in Musa'sı mı?" -"Evet." -"Sen, Allah'ın sana öğrettiği bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah'ın bana öğrettiği bir ilmi bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin." -"Allah'ın sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?" -"Sen benimle beraber olmak sabrını gösteremezsin. Mahiyet ve hikmetini bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki?" -"İnşallah sen beni çok sabırlı bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim." -"Öyleyse gel. Ancak, madem bana tabi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir şey sormayacaksın!" dedi. Hz. Musa (aleyhisselam): -"Tamam!" dedi. Hz. Musa ve Hz. Hızır (aleyhisselam) beraberce gittiler. Deniz kıyısında yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerin gemiye almalarını söylediler. Gemi sahipleri Hızır (aleyhisselam)'ı tanıdılar. Ve ücret istemeksizin onları gemiye aldılar. Hızır (aleyhisselam), gidip, geminin tahtalarından birini deldi. Hz. Musa (aleyhisselam) ona: -"Bak, bunlar bizi bedava gemilerine aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacaksın. Hiç de yakışık almayan bir iş yaptın!" dedi. Hızır: -"Ben sana, "benimle bulunmaya sabredemezsin" demedim mi?" dedi. Hz. Musa: -"Unuttuğum şey sebebiyle beni sigaya çekme. Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma!" ricasında bulundu. Sonra bunlar gemiden indiler. Sahil boyu yürürken, çocuklarla oynayan bir yavrucak gördüler. Hızır (aleyhisselam) yavrucağı yakaladığı gibi eliyle başını kopararak çocuğu öldürdü. Musa (aleyhisselam): -"Masum bir çocuğu kısas hakkın olmaksızın niye öldürdün. Bu çok yadırganacak bir iş!" dedi. -"Ben sana demedim mi, sen benim beraberliğime sabredemezsin!" diye Hızır (aleyhisselam), Musa'ya çıkıştı. Hz. Musa: -"Ama bu birinciden de şiddetli idi" dedi ve ilave etti: "Bundan sonra sana bir şey sorarsam, beni arkadaş etme, nazarımda bu hususta haklı sayılacaksın" dedi. Yola devam ettiler. Bir köye geldiler. Halktan yiyecek birşeyler istediler. Ama kimse onları ağırlamadı. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar. Hızır (aleyhisselam) eliyle şöyle göstererek: "Eğilmiş" diyordu. Onu doğrulttu. Hz. Musa (aleyhisselam) ona: -"Bir cemaat ki, kendilerine geliyoruz, bize ilgi gösterip, ağırlamıyorlar, yiyecek vermiyorlar. Sen onlara bedava iş yapıyorsun, dilesen ücret alabilirdin!" dedi. Hızır (aleyhisselam), Hz. Musa'ya: -"Artık birbirimizden ayrılma zamanı geldi. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin te'vilini haber vereceğim" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu ara ilave etti: -"Allah Musa'ya rahmet buyursun. Keşke, Hz. Hızır'la beraberliğe sabretseydi de maceralarını bize nakletseydi, bunu ne kadar isterdim!" Ravi devam ediyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Birinci (soru)su Musa'nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hz. Hızır bunu göstererek Hz. Musa'ya, "Bak, dedi. Benim ve senin ilmin ve diğer mahlukatın ilmi, Allah'ın ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar eksiltir."

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Kehf 2, 3, 4, İlm 16, 19, 44, İcare 7, Şurût 12, Bed'u'l-Halk 11, Enbiya 27, Tevhid 31; Müslim, Fedail 170, (2380); Tirmizi, Tefsir, Kehf,

Konu:  Tefsir


694-)  Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), "duvarın altında onların bir hazinesi vardı" (Kehf, 82) ayetini açıkladı ve: "O hazine altın ve gümüştendi" buyurdu.

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, (3153).

Konu:  Tefsir


695-)  Zeyneb Bintu Cahş (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün korkulu bir vaziyette odaya girdi. Şöyle diyordu: "La ilahe illallah, yaklaşan bir beladan Arabın vay haline. Bugün, Ye'cüc ve Me'cüc'ün seddinden şöyle bir gedik açıldı." baş parmağı ile şehadet parmağını halka yaparak gösterdi. Ben: -"Ey Allah'ın Resulü, yani içimizde salih kimseler olduğu halde toptan helak mı olacağız?" dedim. -"Evet, dedi, fenalıklar artarsa öyle olur."

Kaynak:  Buhari, Enbiya 7, Menakıb 20, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1, (2880); Tirmizi, Fiten 23, (2188).

Konu:  Tefsir


696-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (Zülkarneyn'in inşa ettiği) sed hakkında buyurdular ki: "(Ye'cüc ve Me'cüc) onu hergün oyuyorlar. Tam delecekleri sırada başlarında bulunan reis: "Bırakın artık, delme işini yarın yaparsınız" der. (Onlar bırakıp gidince) Allah, seddi, daha sağlam olacak şekilde eski haline iade eder. Böylece günler geçer, kendilerine takdir edilen müddet dolar ve onların insanlara musallat olmalarını Allah'ın arzu ettiği vakit gelir. O zaman başlarındaki reis: "Haydi dönün, yarın inşaallah bunu deleceksiniz" der -ve ilk defa inşaallah tabirini kullanır-." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla der ki: "Dönüp giderler. Ertesi gün geldikleri vakit seddi ne halde bırakmışlarsa öyle bulurlar ve (o günkü çalışma sonunda) derler. Açılan delikten insanların üzerine boşanırlar. (Önlerine çıkan) suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup kaçar. Ye'cüc ve Mecüc göğe bir ok atar. Bu ok kana bulanmış olarak kendilerine geri döner. Şöyle derler: "Arzda olanları ezim ezim ezdik, semada olanları da alçaltıp alt ettik." Allah onları enselerinden yakalayacak bir kurt gönderir. Bu kurt onları toptan helak edip, herbirini parçalanmış halde yere serer." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sözünü şöyle tamamladı: "Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat'a kasem olsun, yeryüzündeki bütün hayvanlar, onların etinden yiyerek canlanır, sütlenir ve semirir."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Kehf, (3151); İbnu Mace, Fiten 33, (4080).

Konu:  Tefsir


699-)  Ebu Sa'd İbnu Fadale (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı işittim şöyle demiştir: "Allah geleceği kesin olan mahşer gününde insanları topladığı zaman bir kimse şiyle bir duyuruda bulunur: "Kim işlediği bir amelde Allah'a birini ortak koşmuş ise sevabını ondan istesin. Zira Allah, şirkin her çeşidine en müstağni olan Zat'tır."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Kehf, (3152).

Konu:  Tefsir


700-)  Mugire İbnu Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Necran'a gelince bana sordular: "Sizler şu ayeti okuyordunuz: "Ey Harun'un kızkardeşi: Baban kötü bir kimse değildi..." (Meryem 28). Halbuki, Hz. Musa, Hz. İsa (aleyhima's-selam)'dan yüzlerce yıl önce yaşamıştır. (Nasıl olur da Hz. İsa'nın annesi olan Hz. Meryem, Hz. Musa'nın erkek kardeşi olan Hz. Harun'un kızkardeşi olur?)" Ben Merdine'ye Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına gelince, bu meseleyi ona sordum, şu cevapta bulundular: "Onlar, kendilerinden önce yaşamış olan peygamberlerinin ve salih kişilerin isimleriyle isimleniyorlardı."

Kaynak:  Müslim, Adab 9, (2135); Tirmizi, Tefsir, Meryem, (3154).

Konu:  Tefsir


701-)  Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalatu vesselam) okudu: "Ey Muhammed! Hala gaflet içinde bulunanları ve hala inanmayanları, onları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar" (Meryem 39). Sonra dedi ki: "(Kıyamet günü) ölüm alaca bir koç suretinde getirilir. Cennetle cehennem arasında yer alan sur üzerinde durdurulur. Önce: -"Ey cennet ahalisi!" diye bağırılır, onlar başlarını kaldırırlar. Sonra: -"Ey cehennem ahalisi!" diye bağırılır, onlar da başlarını kaldırırlar. Sonra sorulur: -"Bunu tanıdınız mı, nedirbu? Hepsi birden: -"Evet tanıdık, derler. Bu ölümdür" Koç yatırılır ve kesilir. Eğer, Allah cennet ahalisi için hayata hükmetmemiş olsaydı, neşeyle ölürlerdi. Cehennem ahalisi için de Allah hayata, bekaya hükmetmemiş olsaydı onlar da üzülerek ölürlerdi."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Meryem (3155), Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Bu hadis biraz farklı şekilde de rivayet edilmiştir. Buhari, Tefsir, Meryem 2; Müslim, Sıfatu'n-Nar; Tirmizi, Cennet 20, (2561).

Konu:  Tefsir


702-)  Katade (merhum), şu ayet hakkında: "Onu yüce bir yere yükselttik" (Meryem 57). Hz. Enes (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'an şu rivayeti yaptığını belirtir: "Ben Mirac'ta iken dördüncü kat semada Hz. İdris (aleyhi's-selam)'i gördüm."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Meryem, (3156).

Konu:  Tefsir


703-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Cibril (aleyhisselam)'e: "Bana, niye halen yapmakta olduğundan daha fazla ziyarette bulunmuyorsun?" diye sormuştu, şu ayet indi: "Cebrail Muhammed'e şöyle dedi: "Biz ancak Rabbinin buyruğuyla ineriz, geçmişimizi, geleceğimizi ve ikisinin arasındakileri bilmek O'na mahsustur. Rabbin unutkan değildir" (Meryem 64).

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Meryem 2, Bed'ü'l-Halk 6, Tevhid 28; Tirmizi, Tefsir, Meryem, (3157).

Konu:  Tefsir


705-)  Süddi anlatıyor: "Mürre el-Hemedani'ye, "Sizden cehenneme uğramayacak yoktur" (Meryem 71) ayetinden sordum. Bunun üzerine bana İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'den rivayet ettiği şu hadisi rivayet etti: "İnsanlar ateşe girerler, sonra amellerine göre ondan çıkarlar: Onların ilk grubu şimşek hızıyla çıkar, ikinci grub rüzgar gibi çıkar. Sonra at sür'atiyle, at binicisi süratiyle, sonra yaya koşusuyla, en sonra da yaya yürüyüşüyle çıkar."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Meryem (3158).

Konu:  Tefsir


706-)  Habbab İbnu'l-Eret anlatıyor: "Cahiliye devrinde demirci idim. As İbnu Vail es-Sehmi'ye bir kılıç yaptım. Ücretimi almaya gelmiştim. -"Hayır, Muhammed'i inkar etmedikçe vermeyeceğim" dedi. Kendisine: -"Asla" Sen ölüp, Allah seni yeniden diriltinceye kadar ebediyyen onu inkar etmeyeceğim" dedim. -"Yani ben, öldükten sonra tekrar dirileceğim ha!" diye alaya aldı. Ben: -"Bundan ne şüphe!" deyince: -"Öyleyse bırak beni, öleyim de yeniden dirileyim. Bana bol mal ve evlat verilecek. O zaman sana olan borcumu eda ederim" dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: "Ey Muhammed! Ayetlerimizi inkar eden ve: "Bana elbette mal ve çocuk verilecektir" diyeni gördün mü? O görülmeyeni mi biliyor, yoksa Rahman katından bir söz mü almıştır? Hayır söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça uzatacağız. Bahsettikleri şeyler bize kalacaktır. Kendisi bize tek başına gelecektir" (Meryem 80).

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Meryem 3, 4, 6, İcare 15, Husumat 10, Büyü 29; Müslim, Münafıkûn 35, (2795); Tirmizi, Tefsir, (3161).

Konu:  Tefsir


707-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Allah bir kulu sevdi mi, Cebrail (aleyhisselam)'e şöyle seslenir: "Ben falanca kişiyi seviyorum, sen de sev!" Bunun üzerine semada aynı şekilde nida edilir. Sonra, arz ehli arasına onun sevgisi indirilir. Bunu şu ayet ifade etmektedir: "İnanıp hayırlı iş işleyenleri Rahman sevgili kılacaktır" (Meryem 96). "Allah bir kula buğzettimi, Cibril (aleyhisselam)'e seslenir: Ben falancaya buğz ediyorum. Bu şekilde semada nida edilir. Sonra, yeryüzüne onun hakkında buğz indirilir."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Meryem, (3160).

Konu:  Tefsir


710-)  İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "(Kabe'ye) Kur'an-ı Kerim'de, Beytu'l-Atik denmiş olması (Hacc 29, 33) ona hiç bir cebbarın galebe çalmamış olmasındandır."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Hacc (3169).

Konu:  Tefsir


711-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke'den çıkarıldığı zaman Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) şöyle söyledi: "Peygamberlerine eziyet ettiler, o da (dayanamayıp) oradan çıktı. Mutlaka helak olacaklar." Bunun üzerine şu ayet indi: "Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koşup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir" (Hacc 39). Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) der ki: "Bu ayet üzerine anladım ki, (müşriklerle) savaş olacak."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Hacc, (3170); Nesai, Cihad 1, (6, 2).

Konu:  Tefsir


712-)  Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sorarak: "Ey Allah'ın Resûlü, "Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler. O uğurda ileri geçerler" (Mü'minun 60) ayetinde kastedilenler, şarap içenler, hırsızlık yapanlar mı? dedim. Bana "Hayır ey Sıddik'in kızı. Aksine onlar, oruç tutup, sadaka verip, yaptıkları bu hayırların kendilerinden kabul edilmemesinden korkanlardır. (Baksana ayet ne buyuruyor): "İşte onlar iyi işlerde yarış ederler" cevabını verdi."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Mü'minun (3174).

Konu:  Tefsir


713-)  Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh), "Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır" (Mü'minun 104) ayeti hakkında şu açıklamayı yapar: "Ateş yüzü kızartır ve üst dudak büzülür, öyle ki, başının ortasına kadar çekilir, alt dudak da aşağıya sallanır ve göbeğe kadar düşer."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Mü'minun, (3175)

Konu:  Tefsir


714-)  Amr İbnu Şu'ayb, babası, dedesi tarikiyle rivayet ediyor: "Kendisine Mersed İbnu Ebi Mersed denen bir zat (radıyallahu anh) vardı. Mekke'den Medine'ye esir taşırdı. Mekke'de Anak adında fahişe bir kadın bu adamın dostu idi. Mekkeli esirlerden birine, kendisini götürmeyi vaadetmişti. (Şimdi hikayesini kendisinden dinleyelim): -"Mersed'sin değil mi?" dedi. Ben: -"Evet Mersed'im" dedim. -"Merhaba, hoş geldin, gel yanımızda geceyi geçir!" dedi. Ben: -"Hayır, ey Anak, Allah zinayı haram etti" dedim. Kadın: -"Ey çadır ahalisi, bu adam esirlerinizi götürüyor!" diye bağırdı. Kaçtım. Beni sekiz kişi takip etti. Handeme Dağı'nın yolunu tuttum, bir mağaraya girdim. Takipçiler arkamdan gelip mağaranın ağzını tuttular. Tepemden üzerime bevlettiler. Sidikleri başıma isabet etti. Ancak Allah, onların beni görmelerine mani oldu. Sonra dönüp gittiler. Ben de arkadaşımın yanına döndüm. Onu sırtladım. Ağır birisiydi. Mekke'nin dışındaki İzhir denen mevkiye geldim. Orada demir bukağılarını çözdüm. Onu sırtımda taşıyordum. Beni çok yormuştu. Nihayet Medine'ye geldim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın huzuruna çıktım: -"Ey Allah'ın Resulü, Anak'la evleneyim mi?" dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) cevap vermedi. Sonra şu ayet indi: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya putperest bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da, ancak zina eden veya putperest olan bir erkek evlenebilir..." (Nur, 3). Bu vahiy üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: -"Ey Mersed, zina eden erkek ancak zina eden veya putperest bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya putperest olan bir erkek evlenebilir, onunla evlenme!" dedi.

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Nur (3176); Ebu Davud, Nikah 5, (2051); Nesai, Nikah 12, (6, 66).

Konu:  Tefsir


715-)  İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hilal İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında, hanımının Şerik İbnu Sahma ile zina yaptığını söyledi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Ya delil getirirsin ya da sırtına hadd tatbik edilir" dedi. Hilal: "Ey Allah'ın Resûlü! Birimiz, hanımı üzerinde bir adam görse, koşup delil mi arayacak?" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) önceki sözünü tekrar ediyordu: "Ya delil getirirsin ya da sırtına had uygulanır." Bunun üzerine Hilal: "Seni hak üzerine gönderen Zat'a kasem olsun doğru söylüyorum. Mutlaka Allah sırtımı hadden kurtaracak bir vahiy gönderecektir" dedi. Cibril (aleyhisselam) indi ve şu vahyi indirdi: "Karılarına zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahid tutmasıyla olur. Beşincisinde eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler" (Nur 6-7). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) oradan ayrıldı. Onlarra adam gönderdi. Hilal geldi (lanet okuyarak) şehadette bulundu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Allah biliyor ki, ikinizden biriniz yalancısınız, tevbekar olanınız var mı?" dedi. Sonra kadın kalktı, a da şehadette bulundu. Kadın beşinci şehadette iken kıdını durdurdular ve: "Beşinci şehadet, (yalancı olduğun takdirde) şiddetli azab gerektirir" dediler. İbnu Abbas der ki: Bunun üzerine kadın durakladı ve sükut etti. Öyle ki, yeminden rücû edeceğini sandık. Sonra: "Hayır, vallahi kavmimi bundan böyle mahçup hale düşürmeyeceğim" dedi ve yeminini tamamladı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "İyi bakın, eğer bu kadın gözleri sürmeli, kabaları iri, bacakları kalın bir çocuk doğurursa bilin ki bu çocuuk Şerik İbnu Sahma'dandır" buyurdu. Gerçekten de bu evsafta bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle söylediler: "Eğer, Allah'ın Kitabı'nda kadının yemini ile haddini düşeceği hususunda hüküm gelmemiş olsaydı, (çocuktaki bu benzerlikten hareketle kadının zaniliğine hükmederdim ve) onun benden göreceği vardı."

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Nur 3, Şehadet 21, Talak 28; Ebu Davud, Talak 27, (2254); Tirmizi, Tefsir, Nur, (3178),

Konu:  Tefsir


716-)  Zühri merhum, Urve ve başkalarından almış olarak Hz. Aişe'nin şu rivayetini nakleder: "Hz. Aişe (radıyallahu anha) buyurmuştur ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir sefere çıkacağı zaman kadınları arasında kur'a çeker, kur'a kime çıkarsa onu beraberinde sefere götürürdü. Bir sefer sırasında da benim okum çıktı ve yolculuğuna ben refakat ettim. Bu sefer, örtünme emri geldikten sonra idi. Ben yol sırasında deve sırtında giden bir mahmil içinde taşınıyordum. Konak yerlerinde de onun içinde iken iniyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın o gazvesi sona erinceye kadar hep böyle yol aldık. Nihayet geri döndü ve Medine'ye yakın bir yerde konakladık. Geceleyin bir müddet kaldıktan sonra dönüş emri verildi. Dönüş emri çıktığı sırada ben kalkıp (kaza-yı hacet için tek başıma) sordudan ayrılıp gittim. İhtiyacımı gördükten sonra bineğime geri geldim. O sırada göğsümü yokladım. Yemen'in göz boncuğundan yapılmış gerdanlığım kopmuştu. Aramak üzere geri döndüm. Onu aramak beni epeyce oyaladı. Benim bineğimle meşgul olan askerler gelip mahmilimi deveme yüklemişler. Zannetmişler ki ben mahmilin içindeyim. O zamanlar kadınlar çok hafifti. Az yedikleri için şişman değillerdi. Askerler mahmilini kaldırırken hafifliğine şaşırmayıp yüklemişler. Ben zaten küçük yaşta bir kadındım: Hülasa devemi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordugaha geri döndüğüm zaman kimseyi bulamadım. Herkes gitmişti. Önce bulunduğum yere geldim. Beni bir müddet sonra kaybetmiş olduklarını farkederek aramaya geleceklerini düşündüm. Bu halde iken uyku bastırmış ve uyuyup kalmışım. Safvan İbnu Muattal es-Sülemi -ki bilahere (Zekvan'da ikamet ederek) Zekvani ünvanını da almıştır- (geri gözcülüğü vazifesiyle) ordugahın gerilerinde geceyi geçirmişti. Sabah olunca benim menzilden geçerken uyuyan bir insan karaltısı görerek yanıma geldi. Görür görmez beni tanıdı. Zira örtünme emri gelmezden önce beni görmüştü. Ben onun istirca sesiyle "İnna lillah ve inna ileyhi raci'ûn =Biz Allah'ın kullarıyız ve Allah'a dönüp varacağız" uyandım. Derhal başörtümle yüzümü örttüm. Allah'a kasem olsun bana tek kelime konuşmadı, istircaından başka bir tek sözünü de işitmedim. İndi ve devesini ıhtırdı. Binmem için devenin ön ayaklarına ayağıyla bastı. Ben de bindim. Devemi önden çekti, böylece yol aldık. Ordu bir yerde konakladığı sırada onlara yetiştik. (Gecikme hadisesini iftira vesilesi yaparak) benim yüzümden helak olanlar oldu. Bu işte en büyük vebal de Abdullah İbnu Ubey İbni Selûl'e düşmüştü. Medine'ye geldiğimiz zaman bir ay kadar hasta yattım. Meğer bu esnada iftira edenlerin dedikoduları herkesi meşgul ediyormuş. Benim ise hiçbir şeyden haberim olmadı. Ancak bir husus bende kuşku uyandırmıştı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'da, başka zaman hastalanınca gördüğüm iltifat ve alakayı göremiyordum. Yanıma girip selam veriyor, sonra da: "Şu sizinki nasıl?" deyip çıkıyordu. Bu davranışından biraz işkilleniyordum ama yine de (ortalığı saran) fitneden bihaberdim. Bu halde nekalet devresine girdim. Bir gece, ben ve Ümmü Mistah o zaman için hela olarak kullandığımız menası (denen çukurların bulunduğu semte) doğru gitmiştik. Biz buraya, geceden geceye çıkardık. (Hicab ayetinden sonra) evlerde helalar inşa edilince çıkmaz olduk. Bundan önce biz de, eski Arapların def-i hacetteki usulüne uyuyorduk. Ben ve Ümmü Mistah -ki bu kadın Ebu Rühm İbnu Muttalib İbni Abdi Menaf'ın kızıdır- böylece yürüdük. Onun annesi Ebu Bekri's-Sıddik'ın teyzesi olan Sahr İbnu Amir'in kızıdır. Oğlu da Mistah İbnu Üsase İbnu Ubad İbni'l-Muttalib'dir. İşimiz bittikten sonra yürüyorduk. Ümmü Mistah, ayağı örtüsüne takılarak düştü. Kadın (böyle can yakıcı durumlarda söylenmesi adet olan "düşmanın helak olsun demedi): "Mistah helak olsun!" diye (oğluna) beddua etti. Ben kadına: -"Amma da yaptın!" Bedir gazvesine katılan bir kimseye beddua ediyorsun ha!" dedim. -"Anacığım! onun ne söylediğini işitmedin mi?" dedi. -"Ne söylemiş ki?" dedim. Bunun üzerine iftiracıların söylediklerini bir bir anlattı. Hastalığıma yeni hastalık katıldı. Eve dönünce, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yanıma girdi ve: (İsmimi söylemeden) "Adamınız nasıl." dedi. Ben: -"Ebeveynimin yanına gitmeye izin ver" dedim. Ben, haberin aslını annemle babamdan işitmek istiyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim. Anneme: -"Ey anneciğim, halk arasında söylenen bu sözler nedir?" dedim. -"Ey kızım! Sen bu meseleyi büyütme. Allah'a kasem olsun güzel ve kocasının yanında sevgili olan, birçok kumaları (ortak) bulunan bir kadın hakkında her zaman çok dedikodu ederler" dedi. Ben: -"Sübhanallah, demek halk böyle söylüyor ha!" dedim. O gece sabaha kadar hiç durmadan ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabah oldu, ben hala ağlıyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) o gün Ali İbnu Ebi Talib'i ve Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu anhüma)'i çağırmıştı. Benimle ilgili vahyin gecikmesi üzerine ailesiyle ayrılma hususunda onlarla istişare ediyordu. Üsame (radıyallahu anh), ehlinin suçsuzluğu hususunda onlara karşı içinde beslediği sevgiye dayanarak, bildiği hususu şöyle dile getirmişti: -"Ey Allah'ın Resûlü! Onlar zevcelerinizdir. Allah'a kasem olsun, onlar hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz." Ali İbnu Ebi Talib de şöyle demişti: -"Ey Allah'ın Resûlü, Allah sana darlık vermez. Ondan başka kadın çoktur. Sen cariyene sor, (onun halinni o daha iyi bilir), sana gerçeği haber verir." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu tavsiye üzerine cariyemiz Berire'yi çağırdı ve: -"Ey Berire, söyle! Aişe'de sana şüphe verici bir husus gördün mü?" diye sordu. Berire: -"Hayır! Seni hak üzerine peygamber olarak gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, ben onda fena bulduğum bir şey görmedim. Ayıplanabilecek tek gördüğüm şey şudur: "Yaşı genç olduğu için, ailesi için yoğurduğu hamurun üzerine uyur, bu sırada gelen keçi, hamurdan yerdi." (Bu soruşturma sonunda) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kalkıp mescidde bir hutbe okur. Bu iftirayı ilk defa çıkaran Abdullah İbni Ubey İbni Selûl hakkında söz etmekten özür dileyerek, minberde şunları söyler: -"Ehlim hakkında bana sıkıntı veren adamı cezalandırmada, intikamımı almada bana kim yardım edecek? Allah'a yemin olsun ehlim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. Onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. O ailemin yanına ben olmayınca hiç girmemiştir." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu sözleri üzerine (Evs kabilesinin reisi) Sa'd İbnu Muaz (radıyallahu anh) kalktı ve: -"Ey Allah'ın Resûlü! Allah'a yemin olsun biz ondan senin intikamını alırız! Eğer Evs kabilesindense boynunu vururuz. Hazreçli kardeşlerimizden ise, bize sen emredersin, biz emrini aynen yerine getiririz!" dedi. Hazreç kabilesinin reisi olan Sa'd İbnu Ubade ayağa kalktı. Sa'd aslında salih bir kimseydi. Ancak (Sa'd İbnu Muaz'ın konuşmasından alınarak) kabile hamiyet ve gayretine kapılmıştı. Sa'd İbnu Muaz'a dönerek şu sert cevabı verdi: -"Vallahi sen yalan söylüyorsun! Sen onu (Abdullah İbnu Ubey İbnu Selül'ü) öldüremezsin. Öldürtmeye gücün de yetmez." (Ensar'ın ileri gelenlerinden) Useyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh) -ki bu zat da Sa'd İbnu Muaz'ın amcaoğludur- kalkarak Sa'd İbnu Ubade'ye çıkıştı: -"Allah'a yemin olsun yalan söyleyen sensin. Onu mutlaka öldürürüz. (Abdullah İbnu Ubey'e arka çıkıyorsan) sen de münafıksın, münafıklar hesabına kavga ediyorsun!" Derken (Ensar'ın iki kabilesi) Evs ve Hazreç ayağa kalkmışlar ve Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) daha minberde iken, birbirlerine girmeye ramak kalmıştı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sükûneti sağlayıncaya kadar gayret sarfetmiş ve minberden inmişti. Ben o gün de ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Müteakip gece de hep ağladım: Ne gözümün yaşı dindi ne de bir parça olsun uykum geldi. Sabahleyin annem ve babam yanıma geldiler. Böylece ben, iki gece bir gündüz aralıksız ağlamıştım. Öyle ki artık ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak diye düşünüyordum. Onlar yanımda oturuyorlar, ben de ağlamaya devam ediyordum. Derken Ensar'dan bir kadın izin istedi. Ona, gir dedim. Yanıma oturup o da benimle ağlamaya başladı. Biz bu halde iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) girdi. Sonra oturdu. Hakkımda söylenen şeyler söylenileden beri yanımda hiç oturmamıştı. Bu arada bir ay geçmiş ve meselemle ilgili herhangi bir vahy gelmemişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) otururken şehadet kelimesini de getirmişti. Sonra bana şunları söyledi: -"Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaştı. Eğer bu dedikodulardan beri isen Allah seni vahiyle tebrie edecektir. Şayet bir günah işledi isen Allah Teala'ya tevbe et. Zira kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tevbe ederse, Allah Teala tevbesini kabul ve affeder." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sözlerini tamamlayınca (ızdırabımın şiddetinden) gözlerimin yaşı kurudu, artık tek bir damla bile yaş hissetmiyordum. Babama: -"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sözlerine sen cevap ver" dedim. Babam: -"Vallahi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ne diyeceğimi bilemiyorum" dedi. Anneme yönelerek: -"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın söylediklerine sen bari cevap ver" dedim. Annem de: -"Vallahi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ne söyleyeceğimi ben de bilemiyorum" dedi. Hz. Aişe devamla der ki: "Ben yaşı henüz küçük bir kadındım. Kur'an'dan da fazla okumuyordum. Dedim ki: -"Vallahi ben biliyorum ki halkın söyleştiği şeyleri işittiniz. Onlar içinize yer etti ve hep inandınız. Size: "Günahsızım" dedim, inanmıyorsunuz. Yapmadığım bir şeyi size itiraf etsem, -Allah biliyor ki ben ondan beriyim- beni tasdik edeceksiniz. Allah'a kasem olsun, sizinle benim durumumu anlatacak en iyi örnek Hz. Yusuf'un babası ve onun şu sözüdür: "Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir" (Yusuf, 18). Sonra yüzümü çevirip yatağıma sokuldum. Kasem olsun ben o zaman suçsuz olduğumu biliyordum ve Allah'ın benim suçsuzluğumu te'yid edeceğine inanıyordum. Ancak, kesinlikle, Allah'ın benim hakkımda bir vahiy indireceğini, bunun (kıyamete kadar) okunacağını hiç aklımdan geçirmedim. Ben, kendimi, Allah'ın herhangi bir şekilde tekellüm buyurarak okunacak bir vahiy konusu edilmeye değer bulmuyordum. Ancak, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın göreceği bir rüya yoluyla Allah'ın beni tebrie edeceğini ümid ediyordum. Allah'a kasem olsun, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) daha oturmuş olduğu yerden kalkmamış ve ev halkından kimse dışarı çıkmamıştı ki Allah, Resûlüne vahiy indirdi: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı vahiy sırasında her zaman gelen halet istila etti. Sonra da o hal zail oldu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tebessüm içindeydiler. Konuştuğu ilk kelime bana şunu söylemek oldu: -"Ey Aişe Allah'a hamdet. Zira, seni tebrie buyurdu." Annem de bana: -"Kalk Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a teşekkür et!" dedi. Ben ise: -"Vallahi hayır, ona teşekkür etmeyeceğim, sadece Allahıma hamdediyorum. Benim suçsuzluğumu Rabbim vahiy buyurdu" dedim. Allah'ın indirdiği vahiy şöyleydi: -"Muhammed'in eşine o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden herbirine kazandığı günah karşılığı ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek-kadın mü'minlerin, kendiliklerinden hüsnüzanda bulunup da: "Bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi? Dört şahid getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar şahid getirmedikçe, Allah katında yalancı olanlardır. Allah'ın dünya ve ahirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba uğrardınız..." (Nur 20). (Bir sayfa tutan) on ayeti, Cenab-ı Hakk benim suçsuzluğumla ilgili bu ayetleri indirince, Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh) -ki Mistah İbnu Üsase'ye akrabalığı ve fakirliği sebebiyle maddi yardımda bulunuyordu- şunu söyledi: -"Aişe (radıyallahu anha)'ye bu iftirayı yaptıktan sonra, ona artık bir daha yardım yapmayacağım." Bunun üzerine şu vahiy indi: "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır" (Nur, 22). Bunun üzerine Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh): "Evet evet, Allah'a kasem olsun, Allah'ın beni affetmesini çok severim" dedi ve Mistah'a yapmakta olduğu yardımı yapmaya devam etti ve: "Ebediyyen yardımı ondan kesmeyeceğim" dedi. Hz. Aieşe (radıyallahu anha) sözlerine devamla dedi ki: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tahkik sırasında Zeyneb Bintu Cahş'a da hakkımda sormuş ve: -"Ey Zeyneb, bu hususta ne biliyorsun, ne gördün?" demişti. O da: -"Ey Allah'ın Resûlü, ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Ben Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum!" demişti. Zeyneb (radıyallahu anha), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın zevce-i tahireleri arasında (bazı faziletleri sebebiyle) benimle boy ölçüşen birisiydi. Allah vera ve dindarlığı sebebiyle onu (bu meselede müfteriler tarafında yer almaktan) korudu. Onun kız kardeşi Hamna ise, onunla mücadeleye koyuldu ve helak olan müfteriler arasında helak oldu. Müfteriler arasında (Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şairi) Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh) de vardı. Urve der ki: "Hz. Aişe (radıyallahu anha) yanında Hassan'a kötü söz söylenmesinden hoşlanmazdı ve derdi ki: "O şu beyti söyleyen kimsedir: "Babam, babanın babası, ırzım, size karşı Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in ırzına bekçidir." Mesrûk İbnu'l-Ecda der ki: -"Ben Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin huzuruna girmiştim. Yanında Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh)'i gördüm. Hz. Aişe'ye şiir okuyor, bazı beyitleri kendisiyle tezyin ediyordu. Şunu okudu: "Afifdir, ağırdır, iffetinden şüphe ne mümkün! Kötü düşünceden uzak olanların etleri bile onu aç bırakır." Hz. Aişe'ye dedi ki: "Sen nasıl olur da Hassan'ın yanına girmesine izin verirsin, o ki, hakkında Allah şöyle buyurmuştur: "İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır." Hz. Aişe (radıyallahu anha) şu cevabı verdi: "Körlükten daha şiddetli bir azab var mı!" Hz. Aişe sonra şunu da söyledi "O, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı müdafaa ediyordu."

Kaynak:  Buhari, Şehadat, 15, 30, Hibe 15, Cihad 64, Megazi 11, 34, Tefsir, Yusuf 3, Nur 6, 11, Eyman 18, İ'tisan 28, Tevhid 35, 52; Müslim, Tevbe 56, (2770); Tirmizi, Tefsir, (3179); Nesai, Taharet 1194, (1, 163-164).

Konu:  Tefsir


717-)  Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Benim özrümle ilgili ayet indiği zaman Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) minbere çıktı, günahsız olduğumu belirtti, arkasından ilgili ayetleri okudu ve iki kadın ve bir erkeğin cezalandırılmalarını emretti. Üçü de had cezası olan celde'ye (değneklenmeye) tabi tutuldular.

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Nur (3180).

Konu:  Tefsir


723-)  İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e: "- Hangi günah daha büyük?" diye sordum. Şu cevabı verdi: " Seni yaratmış olduğu halde Allah'a ortak koşmandır!" "- Sonra hangisi gelir?" dedim. " Seninle beraber yiyecek korkusuyla çocuğunu öldürmendir!" dedi. Ben tekrar: "- Sonra ne gelir?" dedim. " Komşunun helalliği ile zina etmen!"dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu sözlerine te'yiden şu mealdeki ayet nazil oldu: "Onlar ki, Allah'ın yanına başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlardan birini yaparsa cezaya çarpar" (Furkan 68).

Kaynak:  Buhari, Tesfir, Furkan 2, Bakara 3, Edeb 20, Muharib'in 20, 46; Müslim,İman 141, (86); Ebu Davud, Talak 50, (2310); Tirmizi, Tefsir, Furkan (3181).

Konu:  Tefsir


724-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Şu "Sen ilkin en yakın hısımlarını inzar et" (Şuara 214) mealindeki ayet indiği zaman, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam Safa tepesi üzerine çıktı ve şöyle bağırmaya başladı: "Ey Beni Fihr!, Ey Beni Adiyy!" Bunlar Kureyş kabilesine mensup boylardı. Toplandılar. Onlara Şöyle hitab etti: " Ben size, "şu vadide atlılar var, sizlere saldırmak istiyor"desem, beni tasdik eder misiniz?" Hep beraber şu cevabı verdiler: "- Evet, tasdik ederiz, şimdiye kadar hiç yalanına rastlamadık, hep doğru söyledin." " Öyleyse dinleyin!" dedi. "Önünüzde bekleyen şiddetli bir azabı sizehaber veriyorum." Ebu Leheb atılıp: "- Ey Muhammed, ey kuruyasıca! bizi bunun için mi çağırdın?" dedi. Bunun üzerine: "Ebbu Leheb'in iki eli kurusun. Kendisi de kurudu..." diye başlayan Ebu Leheb suresi nazil oldu."

Kaynak:  Buhari Tefsir, Şuara 2, Cenaiz 98, Menakıb 13; Müslim, İman 355, (208); Tirmizi,Tefsir, Tebbet (3360).

Konu:  Tefsir


726-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) buyurdu ki: "Dabbetu'l-arz, beraberinde Hz. Müsa'nın asası ve Hz. Süleyman (aleyhima's-selam)'ın mühürü olduğu halde çıkar. Asa ile mü'minlerin yüzünü cilalar, mührü de kafırlerin burnuna basar. Öyle ki, sofra ehli toplanınca biri diğerine (yüzündeki parlaklıktan dolayı) "Ey mü'min!" der, diğeri de (öbürüne, burnundaki mühür damgası sebebiyle): "Ey kafır!"der. (Yani mü'min de kafir de yüzünden tanınır).

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Neml (3186).

Konu:  Tefsir


728-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), "(Ey Muhammed) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, ama Allah dilediğine hidayet verir" (Kasas 56) ayeti hakkında şunu söylemiştir: "Bu ayet Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın, amcası Ebu Talib'in İslam'a girmesini ısrarla istemesi üzerine nazil oldu."

Kaynak:  Müslim, İman 41 42, (25); Tirmizi, Tefsir, Kasas (3187).

Konu:  Tefsir


732-)  Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bedir günü Rumlar, İranlılara galebe çaldı. Bu zaferden mü'minler de sevindi. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu (okundu): "Elif Lam-Mim, Rumlar mağlub oldu, yakın bir yerde. Halbuki onlar bu yenilmelerinin ardından galib olacaklar birkaç yıl içinde. Önünde de sonunda da emir Allah'ındır. O gün mü'minler Allah'ın nusretiyle ferahlayacak" (Rum 1-4).

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Rum (3190).

Konu:  Tefsir


734-)  Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Elif-Lam-Mim Tenzil ve Tebareke'llezi bi-Yedihi'l-Mülk surelerini okumadan uyumazdı." Tavus (rahimehullah), bu iki surenin faziletce Kur'an'daki diğer surelerden herbirine yetmiş kat üstün olduğunu söylerdi.

Kaynak:  Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 9, (2894), Da'avat 22, (4001).

Konu:  Tefsir


735-)  Hz. Enes (radıyallahu anh), "Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler.." (Secde 16) mealindeki ayetin, Atame denen yatsı namazını bekleyenler hakkında indiğini söylemiştir."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Secde (3194); Ebu Davud'daki vechi müteakip rivayette görüldüğü üzere biraz farklıdır. Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir.

Konu:  Tefsir


738-)  İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Biz, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın azadlısı olan Zeyd İbnu Harise'ye sadece Zeyd İbnu Muhammed diye sesleniyorduk. Bu davranışımız, "Onları babalarına nisbet ederek çağırın.:' (Ahzab, 5) mealindeki ayet ininceye kadar devam etti."

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Ahzab 2; Müslim, Fedailu's-Sahabe 62, (2425); Tirmizi, Tefsir, Ahzab (3207).

Konu:  Tefsir


740-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhûma): "Allah bir adamın içinde iki kalp yaratmadı..." (Ahzab, 4) mealindeki ayet hakkında şunu söylerdi: "Bir gün, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) namaz kılmak için kalkmıştı, namazda bir hata yaptı. Cemaatte onunla namaz kılan münafıklar derhal: "Bakın, bunun iki kalbi var, bunlardan biri sizinle, biri onlarla (Ashabıyla)" dediler. İşte onların bu sözü üzerine bu ayet nazil oldu."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3197).

Konu:  Tefsir


742-)  Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz şu ayeti amcam Enes İbnu'n-Nadr hakkında indi biliyorduk. (mealen): "Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler var. İşte onların kimi adağını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle (ahidlerini) değiştirmediler." (Ahzab 23).

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Ahzab 3; Müslim, İmaret 148 (1903); Tirmizi, Tefsir, Ahzab (3198-3199).

Konu:  Tefsir


743-)  Ümmü Umare (radıyallahu anha) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, her şeyi erkekler için görüyorum. Hiçbir şekilde kadınların zikredildiğini görmüyorum." Bunun üzerine şu ayet indi. (mealen): "Doğrusu, erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır" (Ahzab,35).

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir,Ahzab (3209).

Konu:  Tefsir


744-)  Hz. Aişe (radıyallahu anha) demiştir ki: "Eğer Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kendisine inen vahiyden bir şey gizleseydi şu ayeti gizlerdi: "(Habibim) hatırla o zamanı ki; Allah'ın kendisine -İslam'la- nimet verdiği ve senin de yine kendisine lütufta bulunduğun zata sen: "Zevceni uhdende tut. Allah'tan kork" diyordun da Allah'ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanların (dedikodusundan) korkuyordun. Halbuki Allah kendisinden korkmana daha layıktı. Şimedi madem ki Zeyd o kadından ilişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki oğullukların, kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevceler(ini almakta) mü'minler üzerine günah olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir" (Ahzab, 37). Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Zeyneb'le evlenince: "Oğlunun helallığıyla evlendi" dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu mealdeki ayeti indirdi: "Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah herşeyi hakkiyle bilendir'' (Ahzab, 40). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Zeyd'i küçükken evlat edinmişti. Büyüyüp delikanlı oluncaya kadar yanında kaldı. Herkes onu Zeyd İbnu Muhammed diye çağırıyordu. Bu sebeple Cenab-ı Hakk şu mealdeki ayeti inzal buyurdu: "Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer babalarının (kim olduğunu) bilmiyorsanız o halde (esasen) dinde kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızdır da" (Ahzab, 5).

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Ahzab (3206); Müslim, İman 287, (177); Buhari, Tevhid 22.

Konu:  Tefsir


745-)  Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Zeyneb (radıyallahu anha)'le evlenmişlerdi ki, annem Ümmü Süleym bana: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir hediyede bulunsak" dedi. Ben kendisine: - Bir şeyler yap! dedim. Bunun üzerine hurma ve yağ ve keş getirdi, bir tencereye koyarak bunlarla yemek yaptı ve benimle gönderdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a götürdüm. Yemeği bırak!" dedi. Sonra bana emredip: "Bana falancaları çağır" dedi ve teker teker isimlerini söyledi. Ayrıca: "- Kime rastlarsan çağır" diye emretti. Enes der ki: Emri yerine getirdim, sonra döndüm. Ev insanlarla dolmuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) elini mezkur yemeğin üzerine koydu ve Allah'tan başka kimsenin bilmediği bir şeyler söyledi. Sonra cemaati onar onar çağırdı. Herkes o yemekten yiyordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yiyenlere: " Yemeğe Allah'ın ismini zikrederek başlayın! Herkes önünden yesin!" dedi. Bu hal herkesin yemekten yeyip dağılmasına kadar devam etti. Sonunda çıkanlar çıktı. Bazıları da kalıp sohbete devam ettiler. Bir müddet sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da çıkıp hücrelere doğru yürüdü. Peşisıra ben de çıktım ve: "- Davetliler gitti artık!" dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) evine geri döndü (ve derhal vahiy alameti olan) örtüyü üzerine çekti. Bu sırada ben hücrede idim. (Vahiy hali geçince) o (aleyhissalatu vesselam) şu vahyi okuyordu: "Ey iman edenler, (bundan sonra) Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu Peygamber'e eza vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise, hak(kı açıklamak)tan çekinmez..." (Ahzab 53).

Kaynak:  Buhari, Tefsir,Ahzab 8, Nikah 67, 64,Et'ime 59, İsti'zan 10, 33, Tevhid 22; Müslim, Nikah 8, (1428);Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3215, 3216, 3217).

Konu:  Tefsir


747-)  Ümmü Hani (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni istemişti. Kendisine özür beyan ettim, özrümü kabul etti. Sonra Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi. "Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevcelerini ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadıınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikahla almak isterse onu (fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalınız sana has olmak üzere senin için helal kıldık..." (Ahzab, 50). Ümmü Hani (radıyallahu anha) devamla der ki: Bu ayet üzerine (kendi kendime): "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a helal kılınmadım, çünkü hicret etmedim, ben Fetih günü hürriyeti bağışlananlardanım" dedim."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Ahzab (3211).

Konu:  Tefsir


748-)  İbnu Abbas, (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) muhacir olan mü'min kadınlar dışında kalanlarla evlenmekten men edildi. Ayet şöyle buyurur: "Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helal olmaz. Sağ elinin malik olduğu (cariyeler) müstesna. Allah her şeye nigahbandır" (Ahzab 52). Keza Allah, "Mü'min cariyelerinizi.." (Nisa, 25); "Nefsini peygambere bağışlayan mü'min kadın"ı (Ahzab, 50) helal kıldı. İslam'dan başka bir dinde olanların hepsini haram kılıp sonra da şöyle buyurdu. (Mealen): "... Kim imanı tanımayıp kafir olursa her halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, ahirette en çok ziyana uğrayanlardandır" (Maide, 5). Yine ayet-i kerime şöyle buyurur: "Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikahla almak isterse onu -(fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız sana has olmak üzere- senin için helal kıldık..." (Ahzab, 50) İşte bunlar dışında kalan bütün kadınlar Hz. Peygamber'e haram edilmiştir.

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Ahzab (3213).

Konu:  Tefsir


749-)  Hz. Aişe (radıyallahu anha) diyor ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ölmezden önce bütün kadınlarla nikah kendisine helal kılındı."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3214); Nesai, Nikah 2 (6, 56).

Konu:  Tefsir


750-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hz. Musa (aleyhi's-selam) son derece haya sahibi ve sıkı örtünen birisi idi. İstihyası (haya duygusunun fazlalığı) sebebiyle bedeninden hiçbir yer görülmezdi. Beni İsrail'den bazıları ona eziyette bulundu. (Şöyle ki: Bir gün aralarında): "Onun bu şekilde sıkı giyinmesine bedenindeki bir kusur sebep olmasın? Muhakkak ki o, ya abraştır, ya da debbelidir (hayasında şişme vardır) veya bir başka afete maruzdur" diye dedi-kodu yaptılar. Cenab-ı Hakk Hz. Musayı bu dedikodularından tebrie etmek diledi. Yine bir gün Hz. Musa (aleyhi's-selam) bir tenhada, elbiselerini bir taş üzerine bırakıp tek başına suya girmiş yıkanıyordu. Yıkanması tamam olunca, giyinmek. üzere çamaşırlarına doğru yürüdü. Tam bu sırada, üzerinde giyecekler olduğu halde taş yuvarlanmaya başladı. Hz. Musa (aleyhi's-selam) değneğini eline alıp taşı yakalamaya çalıştı. Bu sırada "Elbisem ey kaya ! Elbisem ey kaya !" diye de bağırıyordu. (Taşın peşinden koşarken) Beni İsrail'den bir cemaatın yanına kadar vardı. Hz. Musayı çıplak vaziyette gördüler, yaratılışca herkesten güzel (ve kusursuz) ve de dikodulardan beri idi. Kaya durdu. Hz. Musa (aleyhi 's-selam) çamaşırını alıp giydi. Sopasıyla taşa vurmaya başladı. (Ebu Hüreyre der ki): "Allah'a kasem olsun, o taşta sopa darbeleri sebebiyle üç veya dört tane bere izi var." Şu ayet bu hadiseye işaret etmektedir: "Ey iman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah indinde yüzü (itibarlı bir zat) idi" (Ahzab, 69).

Kaynak:  Buhari, Gusl 20, Enbiya 27, Tefsir, Ahzab 11, Müslim, Hayz 75 (339), zail, 55 (339); Tirmizi, Tefsir, Ahzab (3219).

Konu:  Tefsir


751-)  Ferve İbnu Müseyrk (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e bir gün: "- Ey Allah'ın Resûlü, kavminden yüz çevirenlere karşı, İslam'ı benimseyenlerle bir olup mücadele edeyim mi?" diye sordum. Onlarla savaşma hususunda bana izin verdi ve beni emir tayin etti. Ben (Medine'den) ayrılınca: " Gutayfi ne yaptı.?" diye benden sormuş. Kendisine, gittiğim söylenince hemen peşimden birisini göndererek beni geri çağırdı ve şu talimatı verdi: " Kavmini İslam'a davet et. Onlardan İslam gelenlerin Müslümanlığını kabul et. Kabul etmeyenler için savaşmakta acele etme, ben sana yeni bir emir gönderinceye kadar bekle." Der ki: Sebe kavmi hakkındaki ayetler nazil olmuştu. Bir adam sordu: "- Ey Allah'ın Resûlü, Sebe de ne? Bir yer veya bir kadın mıdır?" " Ne bir yer, ne de bir kadın değildir. Bilakis bir erkektir. On çocuklu bir Arap. Bu çocuklardan altısı Yemen cihetine gidip yerleşti, dördü de Şam cihetine gidip yerleşti. Şam tarafına gidenler Lahm, Cüzam, Gassan ve Amile kabilelerini ortaya çıkardılar. Yemen tarafına gidenler ise Ezd, Es'ariyyun, Hımyer, Kinde, Müzhic ve Enmar halkını meydana getirdiler. " Bir adam: " Enmar da ne?" diye sordu. " Enmar, dedi, Has'am ve Becile kabilelerinin mensup olduğu cemaattir."

Kaynak:  Ebu Davud, Hurufve'l-Kıra'at 1, (3978); Tirmizi, Tefsir, Sebe, (3220).

Konu:  Tefsir


752-)  Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Allahu Teala Hazretleri semada bir işin yapılmasına hükmetti mi, Rabb-i Teala'nın sözüne ihtiramla, melaike (aleyhimüsselam) korku ile kanatlarını birbirine vururlar. Rabb Teala nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket eden) zincirin sesi gibidir. Meleklerin kalplerinden korku açılınca (Cebrail ve Mikail gibi mukarreb meleklere): " Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Onlar da: " Allah Teala hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve uludur" derler. O'nun sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir. Kulak hırsızı şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunur. - Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle tarif etti: Parmaklarını önce (üst üste) dizdi, sonra açtı-(En üstteki, ilahi kelamı işitir ve alttakine verir, o da kendi altındakine verir. Böylece gele gele sihirbaz ve kahinlerin diline kadar ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden önce bir şahap, şeytana ulaşır. Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce kelimeyi aşağısındakine vermiş olur. (Sihirbaz ve kahinler kendilerine bu şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz kadar da kendileri ilave ederek yalanlar düzerler. Emr-i İlahi yeryüzünde tahakkuk edince halk kendi arasında: "Bu işin olacağı bize daha önce falan falan günlerde haber verilmemiş miydi?" derler. Böylece, semada (kulak hırsız1ığı yoluyla) işitilmiş olan haber böylece tasdik edilir."

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Sebe 1, Hicr 1; Tirmizi, Tefsir, Sebe, (3221).

Konu:  Tefsir


754-)  Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), "Sonra biz o kitabı kullarımızdan (beğenip) seçtiklerimize miras bıraktık. İşte onlardan kimi nefsine zulmedendir. Onların bazısı mutedildir, onlardan bir kısmı da Allah'ın izniyle hayrat (ve hasenat yarışların)da öncü ol(up kazan)andır...!" (Fatır, 32) ayeti hakkında şunu söyledi: "Bunların hepsi aynı makamdadır, hepsi de cennettedir."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Melaike (Fatır), (3223).

Konu:  Tefsir


756-)  Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'an'ın kalbi de Ya-Sin'dir. Kim bu sureyi okursa, Cenab-ı Hakk, bu okuması sebebiyle kendisine, Kur'an-ı Kerim'i -Ya-Sin hariç- on kere okumuş sevabını verir. "

Kaynak:  Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 7, (2889).

Konu:  Tefsir


757-)  Ebu Saidi'l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor: Beni Seleme Medine'nin uzakça bir kenarında meskün idi. Mescid-i Nebevi'nin yakınlarına taşınmak istediler. Bunun üzerine şu mealdeki ayet indi: "Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan biziz. Herşeyi apaçık bir kitapta saymışızdır" (Ya-Sin, 11). Resûlullah (aleyhissàlatu vesselam): "Ayak izleriniz (sevap olarak) yazılıyor" dedi. Yerlerinde kaldılar."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Ya-Sin, (3224).

Konu:  Tefsir


760-)  Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte, mescidde idim, o sırada güneş batıyordu. Bana: " Ey Ebu Zerr, biliyor musun güneş nereye gidiyor?" diye sordu. "- Allah ve Resûlü, daha iyi bilir" dedim. "- Arşın altında secde etmeye gidiyor. (Secde için önce) izin ister. Kendisine izin verilir. Secde ettiği halde kendisinden bunun kabul edilmeyeceği zaman yakındır. O zaman izin ister fakat verilmez, kendisine: "Geldiğin yere dön ve battığın yerden doğ" denir. işte bunu şu ayet ifade etmektedir: "Güneş de (ilahi bir ayettir ki) müstekarrına (duracağı zamana) kadar cereyan etmektedir..." (Ya-Sin, 38). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ilave etti: " Bu (durma hadisesi) ne zamandır, bilir misin? Bu, kişiye imanının fayda vermeyeceği, artık inançsız hale geldiği zamandır."

Kaynak:  Buhari, Tefsir,Yasin 1, Bed'ü'l-halk 4, Tevhid 22, 23; Müslim, İman 250 (159); Tirmizi, Tefsir, Yasin,(3225).

Konu:  Tefsir


761-)  Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh), "(Nuh'un) zürriyetini (yeryüzünde) devamlı kalanların ta kendileri kıldık" (Saffat, 77) mealindeki ayetle ilgili şu açıklamayı rivayet etti: "Bunlar Ham, Sam ve Rüm'un atası Yafes'dir."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Saffat, (3228-3229).

Konu:  Tefsir


763-)  Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e şu ayetten sordum: "Onu (Yunus'u) yüz bin veya daha çok kişiye peygamber gönderdik" (Saffat,147). Bana: "Onlar yirmi bin fazlaydılar" diye cevap verdi."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Saffat, (3227).

Konu:  Tefsir


765-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Ebu Talib hastalanınca Kureyş de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da yanına geldiler.Ebu Talib'in yanında bir kişilik yer vardı. Ebu Cehil oraya Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın oturmasını önlemek için hemen kalktı. Kureyşliler Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı Ebu Talib'e şikayet ettiler. Ebu Talib: "- Ey kardeşimin oğlu! Kavminden ne istiyorsun?" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): " Kendilerinden bir kelime istiyorum. Eğer söylerlerse, bütün Araplar o kelime sayesinde kendilerine uyacak bütün Acem o kelime sayesinde cizye ödeyecek" dedi. Ebu Talib atılarak: "- Yani tek bir kelime mi?" diye sordu. Resüllullah (aleyhissalatu vesselam): " Evet amcacığım tek bir kelime! Lailahe İllallah (Allah'tan başka ilah yoktur!) diyecekler." "- Tek Allah mı? Biz son dinde bunu işitmedik, bu bir uydurmadır!" dediler. Bunun üzerine şu ayetler indi: "Sad. O şanlı, şerefli Kur'an'a yemin ederim ki, (gerçek), inkar edenler(in iddia ettikleri gibi değildir). Bilakis (onların dışı boş) bir onur, (içi ise tam) bir tefrika içindedir. Biz kendilerinden evvel nice ümmetleri helak ettik. O zaman ne çığlıklar kopardılar. Halbuki (o vakit, azabtaıı kaçıp) kurtulma vakti değildi. O kafirler içlerinden (kendilerinin başına çökecek) tehlikeleri bildiren (bir peygamber) geldiğ'ine şaştılar. "Bu, dediler, bir büyücü, bir yalancıdır. O bütün tanrıları bir tek Tanrı mı yapmış. Bu cidden acayip bir şey!" Onların elebaşlarından bir güruh (birbirine): "Yürüyün, mabudlarınıza (ibadette) sebat edin. Şüphesiz ki, arzu edilecek olan budur" diyerek kalkıp gitmişti. Biz bunu diğer dinde işitmedik. Bu, uydurmadan başka bir şey değildir. O Kur'an aranızdan ona mı indirilmiş? dedi." (Sad,1-8).

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Sa'd, (3230).

Konu:  Tefsir


766-)  Abdullah İbnu-z Zübeyr (radıyallahu anhüma) babasından naklediyor: "Sonra (ey insanlar), hiç şüphesiz, hepiniz Rabbinizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız" (Zümer 31 ) ayeti nazil olduğu zaman: "- Ey Allah'ın Resülü, dedim, dünyada iken mahkeme huzurundaki duruşmamız kafi gelmeyecek, aynı duruşmayı ahirette bir kere daha mı yapacağız?" "- Evet!" dedi. Ben (Zübeyr): "- Öyleyse, dedim, işimiz çok fena!"

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Zümer, (3234).

Konu:  Tefsir


768-)  Esma Bintu Yezid (radıyallahu anha) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i işittim, şu ayeti okuyordu: "De ki: "Ey Kendilerinin aleyhinde (günahda) haddi aşanlar, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları affeder..." (Zümer, 53). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ayetin sonuna, yani "(kim ne işlemiş olursa olsun) aldırmadan" lafzını ekledi.

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Zümer,(3235).

Konu:  Tefsir


769-)  İbnu Mes'üd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Cebrail (aleyhi's-selam) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Ey Muhammed, Allah semayı bir parmak üzerine, arzları bir parmak üzerine, dağları bir parmak üzerine, nehirleri bir parmak üzerine, diğer mahlukatı bir parmak üzerine koydu, sonra Şöyle buyurdu: "Ben (kainat mülkünün) Melikiyim." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) güldü ve: "Allah'ı hak (ve layık) olduğu vech ile takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü arz toptan ancak O'nun bir kabzasıdır. Gökler de onun sağ eliyle (toplanıp) dürülmüşlerdir..."(Zümer, 67) mealindeki ayeti okudu."

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Zümer 2, Tevhid 19, 26, 36; Müslim, Sıfatü'1-Kıyamet 19, (2786); Tirmizi, Tefsir, Zümer (3236).

Konu:  Tefsir


771-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Her kim akşam olunca Ha-mim el-Mü'min süresini baştan, 3. (dahil) ayetine kadar ve ayete'l-Kürsiyi okuyacak olursa bu iki Kur'an kıraati sayesinde sabaha kadar muhafaza olunur. Kim de aynı şeyleri sabahleyin okursa onlar sayesinde akşama kadar muhafaza edilirler."

Kaynak:  Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 2, (2882).

Konu:  Tefsir


773-)  İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ka'be'nin yanında ikisi Sakifli, biri de Kureyşli veya ikisi Kureyşli biri Sakifli üç kişi biraraya geldi. Bunlar göbek yağları fazla, anlayışları kıt kimselerdi. Birisi: " Ne konuştuğumuzu Allah işitiyor mudur, ne dersiniz?" diye bir laf attı. Bir diğeri: Sesli konuşursak işitir, gizli konuşursak işitmez olmalı" dedi. Üçüncü de: Sesli konuşmamızı işitiyorsa, gizli konuşmamızı da işitiyordur" dedi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şahidlik eder diye (düşünüp) sakınmadınız. Bilakis Allah yapmakta oduklarınızın birçoğunu bilmez sandınız. Rabbinize karşı beslediğ'iniz şu zannınız (yok mu?) İşte sizi o helak etti. Bu yüzden hüsrana düşenlerden oldunuz" (Fussilet, 22-23).

Kaynak:  Buhari,Ha-mim Secde Fussilet 1, 2, Tevhid 41; Müslim, Sıfatul-Münafıkun 5; Tirmizi, Tefsir, Ha-mim es-Secde (Fussilet) (3245).

Konu:  Tefsir


774-)  Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Rabbimiz Allah'tır deyip de sonra doğru yolda gidenler var ya! Onların üzerlerine "Korkmayın tasalanmayın, vaadolunduğunuz cennetle sevinin!" diye diye melekler inecektir.." (Fussilet, 30) mealindeki ayeti okudu ve şöyle buyurdu: "İnsanlar, bunu hep söylediler. Ancak, sonradan ekserisi küfre düştü, kim bu söz üzere ölürse, o kimse istikameti doğru olanlardandır."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Ha-Mim, Secde (Fussilet) (3247).

Konu:  Tefsir


776-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlattığına göre, kendisine: "Ey Muhammed de ki: "Ben sizden (tebliğ hizmetine) mukabil yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem" (Ha-mim-Ayn-Sin Kaf (Şura, 23) ayetinde geçen "yakınlar" hususunda soruldu. Said İbnu Cübeyr atılarak: "Al-i Muhammed'in yakınları"diye cevap verdi. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Acele ettin, Kureyş'in her koluna mutlaka Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bir akrabalığı var, ondan maksad "Sizin, aramızdaki akrabalığın hakkını vermenizi dilerim" demesidir" der.

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Ha-Mim-Ayn-Sin-Kaf (Şüra) 1; Tirmizi, Tefsir, Şüra, (3248).

Konu:  Tefsir


778-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim geceleyin Duhan suresini okursa, yetmiş bin melek kendisine istiğfar ettiği halde sabaha erer."

Kaynak:  Tirmizi Sevabu'1-Kur'an 8, (2890).

Konu:  Tefsir


779-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin bir diğer rivayetinde şöyle denir: "Ha-mim ed-Duhan suresini cum'a gecesinde kim okursa mağfirete mazhar olur."

Kaynak:  Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 8, (2891).

Konu:  Tefsir


780-)  Mesruk (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un yanında oturuyorduk, o da aramızda yatmış vaziyette idi. Kendisine bir adam geldi ve: "- Ey Ebu Abdirrahman! Bir kıssacı (Kinde kapıları yanında), Duhan mücizesi gelerek kafırlerin nefıslerini alıp götüreceğini, mü'minlerin ondan nezle şeklinde (çok hafıf müteessir olarak) geçiştireceğini anlatıyor" dedi. Bunun üzerine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) kızarak oturdu ve şunları söyledi: "- Ey insanlar Allah'tan korkun. İçinizden bir şeyler bilenler bildiklerini söylesin. Bilmeyenler de, "Allahu a'lem (Allah bilir)" desin. Zira birinizin bilmediği bir şey için "Allah bilir" demesi en büyük ilimdir. Zira Allahu Teala Resul-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam)'i için şöyle buyurmuştur: "Ben bu hizmetim için sizden bir ücret istemiyorum, kendiliğinden bir şey teklif edenlerden de değilim, de!" (Sad, 86). Şüphesiz, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), insanlarda bir gerileme gördüğü zaman: "Rabbim, Hz. Yusufun yedi (senesi) gibi yedi (kıtlık) senesi ver"diye bedduada bulunmuştu. Bu beddua üzerine Mekkeli müşrikleri öyle bir kıtlık yakalamıştı ki her şeyi silip süpürmüş, açlıktan laşelerin derilerini bile yemek zorunda kalmışlardı. Onlardan biri semaya bakınca, duman gibi birşeyler görür olmuştu. Bu durum karşısında, (Mekkelilerin lideri olan Ebu Süfyan) Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e müracaat ederek: "- Ey Muhammed, sen Allah'a taat ve yakınlarına yardım emrederek geldin. Kavmin helak oldu. Onlar için Allah'a dua et!" dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle. Bu can yakan bir azabtır. İnsanlar: "Rabbimiz bu azabı bizden kaldır, doğrusu artık biz inananlarız" derler. Nerede onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler "belletilmiş bir deli" demişlerdi. Biz sizden azabı az süre için kaldıracağız, siz yine de eski inkarcılığınıza döneceksiniz" (Duhan,10-15). Abdullah İbnu Mes'ud şöyle dedi: "- Haklarında: "Onları çarptıkça çarpacağımız gün intikamımızı mutlaka alırız" (Duhan 16) buyurulanlardan hiç ahiret azabı kaldırılır mı?" Ayette geçen batşa (çarptıkca çarpma), Bedir Savaşı' dır."

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Hà-mim ed-Duhan (Duhan) 1, İstiska 2,13, Tefsir, Yusuf 4, Rum, Sad; Müslim, Sıfatu'l-Münafıkun 39, (2798); Tirmizi, Tefsir, Duhan (3251).

Konu:  Tefsir


781-)  Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir mü'min için mutlaka (semadan) iki kapı vardır: Birinden ameli yükselir, diğerinden de rızkı iner. Bu mü'min ölünce, her iki kapı da ağlarlar. Şu ayet bu duruma işaret eder: "Ne gök ne yer onların üzerine ağlamadı..." (Duhan 29).

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Duhan, (3252).

Konu:  Tefsir


782-)  Ebu Sa'id (radıyallahu anh), "Doğrusu günahkarların yiyeceğ'i zakkum ağacıdır. Karınlarında, suyun kaynaması gibi kaynayan erimiş maden gibidir" (Duhan, 43-46) ayetinde geçen mühl (erimiş maden) tabiri hakkında şu açıklamayı yaptı: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Bu (mühl) sıvı yağın dibine çöken tortu gibidir, adamın yüzüne yaklaştırılınca, yüzünün derisi derhal içine düşer."

Kaynak:  Tirmizi, Sıfatu Cehennem 4, (2584-2587), Tefsir, Sail (Mearic) 3319).

Konu:  Tefsir


784-)  Alkame anlatıyor: "İbni Mes'ud (radıyallahu anh)'a dedim ki: "- Sizden kimse, cin gecesinde Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e refakat etti mi?" "- Hayır, dedi, bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece O'nunla (aleyhissalatu vesselam) beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vadilerde ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca: "Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış olmasın?" dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü bir gece geçirdik. Sabah olunca, bir de baktık ki Hira tarafından geliyor. "- Ey Allah'ın Resulü, biz seni kaybettik, çok aradık ve bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en fena bir gece geçirdik" dedik. "- Bana cinlerin davetçisi geldi. Beraber gittik. Onlara Kur'an-ı Kerim'i okudum" buyurdular. Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, ateşlerinin kalıntılarını bize gösterdi. Cinler kendisine yiyeceklerini sormuşlar. O da: "Elinize geçen, üzerine Allah'ın ismi zikredilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve ve at mayısı da hayvanlarınızın yemidir" buyurmuşlar. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize şu tenbihte bulundu: "Sakın bu iki şeyle (kemik ve kuru hayvan mayısı) abdest bozduktan sonra istinca etmeyirı, çünkü onlar (cinni olan) din kardeşlerinizin yiyecekleridir."

Kaynak:  Müslim, Salat 150 (450); Tirmizi, Tefsir, Ahkaf, (3254); Ebu Davud, Tah ret 42, (85).

Konu:  Tefsir


785-)  Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey muhammed! Doğrusu biz sana apaçık bir zafer sağlamışızdır. Allah böylece senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir" (Feth, 1-2) ayetleri Hudeybiye dönüşü Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e nazil oldu. Ayette geçen "apaçık zafer (Feth-i Mübin)" Hudeybiye zaferidir. Ayet inince: "Ey Allah'ın Resulü, ne mutlu, kutlu olsun, saadetli olsun, Allah Teala hazretleri senin için ne yapacağını sana açıkladı. Acaba bize ne yapacak?" dediler. bunun üzerine şu ayet indi: "İman eden erkek ve kadınları, içinde ebedi kalacakları, içlerinde ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur" (Feth, 5).

Kaynak:  Buhari, Meğazi 35, Tefsir, Feth 1; Müslim, Cihad 97 (1786); Tirmizi, Tefsir, Feth (3259).

Konu:  Tefsir


786-)  Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sabah namazı sırasında Ten'im dağından seksen kişi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın üzerine geldiler. Niyetleri onu öldürmekti. Yakalandılar. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onları serbest bıraktı. Bunun üzerine şu ayet indi. (mealen): "Sizi onlara üstün kıldıktan sonra, Mekke bölgesinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan geri tutan, savaşı önleyen O'dur..." (Feth, 24).

Kaynak:  Müslim, Cihad 133 (1808); Tirmizi, Tefsir, Fetih (3260); Ebu Davud, Cihad 130, (2677).

Konu:  Tefsir


787-)  Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh), "Allah, peygamberine ve inananlara huzur indirdi. Onların takva sözünü tutmalarını sağladı" (Feth, 26) ayetinde geçen "takva sözü"nden, Lailahe illallah'ın kastedildiğini Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'den işittiğini söylemiştir.

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Feth, (3261).

Konu:  Tefsir


788-)  Abdullah İbnuz-Zübeyr (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Beni Temim kabilesinden binekli bir grup Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanına geldiler. Hz. Ebu Bekir: "Ka'ka' İbnu Ma'bed (radıyallahu anhüma)'i bunlara emir tayin etmesini, Hz. Ömer (radıyallahu anh) de Akra İbnu'l-Habis'i emir tayin etmesini Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e söylediler. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'e çıkıştı ve: "Senbana muhalefet etmek istiyorsun!" dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Asla sana muhalefet etmeyi düşünmedim!" dedi. Aralarında ithamlaşma oldu ve sesleri yükseldi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu. (Mealen): "Ey iman edenler, Allah'ın ve Resulü'nün huzurunda (sözde ve işte) öne geçmeyin. Allah'tan korkun. Çünkü Allah hakkıyla işiten, (her şeyi) bilendir. Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Ona, sözle birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" (Hucurat, 1-2).

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Hucurat 1, 2, Meğaza 67, İ'tisam 5; Tirmizi, Tefsir Hucurat (3262); Nesai, Kaza' 6, (8, 226).

Konu:  Tefsir


789-)  Bera (radıyallahu anh), "Hücrelerin arkasından sana ünleyenler, herhalde ekserisi aklı ermiyenlerdir..." (Hucurat, 4) mealindeki ayetle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: "Bir adam kalkıp: "Ya Resulallah, benim övmem bir yüceltme yermem de alçaltmadır" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Böyle yapmak Allah aittir" cevabını verdi."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Hucurat, (3264); Ebu Davud, Edeb 71,(4926).

Konu:  Tefsir


790-)  Ebu Nadra (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh): "Bilin ki, içinizde Allah'ın Peygamberi bulunmaktadır. Eğer O, birçok işlerde size uymuş olsaydı şüphesiz kötü duruma düşerdiniz. Ama Allah size imanı sevdirmiş, onu gönüllerinize güzel göstermiş; küfrü, fıskı ve isyanı da size iğrenç göstermiştir.." (Hucurat, 7-8) mealindeki ayeti okudu ve şöyle söyledi: " İşte bu kendisine vahyolunan peygamberinizdir (aleyhissalatu vesselam). Peygamberin uyması melhuz olan kimseler de -ki ayette "size uymuş olsaydı"diye zikredilenler- sizlerin en hayırlı imamlarınız olan Ashab'dır. Dünkü durum öyle olunca bugün haliniz nedir?"

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Hucura, (3265).

Konu:  Tefsir


791-)  Ebu Cebire İbnu'd-Dahhak (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir ayet, biz Beni Selime hakkında nazil oldu. Şöyle ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bize geldiği vakit herkesin mutlaka iki veya üç adı vardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu adlarından biriyle: "Ey falan!" diye bir kimseyi çağırınca kendisine: "- Ey Allah'ın Resûlü! O, bu isimle çağırılınca, kızar" diye ikaz ediyorlardı. İşte bu durum üzerine şu ayet indi: "Ey iman edenler, bir kavm diğer bir kavm ile alay etmesin. Olur ki (alay edilenler Allah indinde) kendilerinden (yani alay edenlerden) daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları (eğlenceye almasın). Olur ki onlar (eğlenceye alınanlar) kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü addır. Kim (Allah'ın yasak ettiği şeylerden) tevbe etmezse, onlar zalimlerin ta kendileridir" (Hucurat, 11).

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Hucurat (3264); Ebu Davud, Edeb 71, (4926).

Konu:  Tefsir


796-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın rivayetine göre, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra dahi tesbih et" (Tur, 49) ayetinde geçen "yıldızların batışından sonra" kılınacak namazın (idbare's-sücud), sabahın farzından önce kılınan iki rekat; (Kaf suresinde geçen) edbare's-sücud ile de akşamın farzından sonra kılınan iki rek'at olduğunu söylemiştir."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Tür, (3271).

Konu:  Tefsir


797-)  İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), Necm suresinde geçen, "İki yay kadar, yahud daha yakın oldu"; keza, "Onun gördüğünü kalb yalan çıkarmadı"; keza, "Andolsun ki, O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını görmüştür" (Necm, 9, 11, 18) ayetlerinde Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in Cibril (aleyhisselam)'i altı yüz kanadıyla gördüğüne işaret bulunduğunu söylemiştir.

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Necm 1, Bed'ü'l-Halk 6; Müslim, İman 280-282 (174); Tirmizi, Tefsir, Necm (3279).

Konu:  Tefsir


799-)  Tirmizi'nin İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan kaydettiği bir rivayette, İbnu Abbas: "Muhammed Rabbini gördü" der. İkrime (kendisine): "Allah, Kur'an-ı Kerim'de (mealen): "Gözler onu idrak edemez" (En'am, 103) demiyor mu?" diye sorunca: "Amma da yaptın, bu görme işi, Cenab-ı Hakk kendi nuru ile tecelli ettiği zaman bunu göremez demektir. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ise Rabbini iki sefer görmüştür" açıklamasını yapar."

Kaynak:  Müslim, İman 284, (176); Tirmizi, Tefsir, Necm (3275, 3276, 3277).

Konu:  Tefsir


800-)  Şa'bi anlatıyor: İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), Arafat'ta Ka'b'la karşılaştı. Ka'b'a birşeyle sordu. Bunun üzerine Ka'b öyle bir tekbir getirdi ki, dağlarda yankılar yaptı. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) dedi ki: "- Biz Beni Haşim'deniz!" Ka'b da: "- Allah rü'yeti ile kelamını Muhammed ile Musa (aleyhimasselat vesselam) arasında taksim etti. Musa'ya Allah iki kere konuştu. Muhammed (aleyhissalatu vesselam) de Mirac'ta Allah'ı iki kere gördü." Mesrük der ki: "Hz. Aişe (radıyallahu anh)'nin yanına girdim ve "Muhammed Rabbini gördü mü?" diye sordum. Bana: "- Öyle bir şey söyledin ki, (korkudan) tüylerim kabardı (diken diken oldu)" dedi. "- Ağır olun, (hemen reddetmeyin) deyip şu mealdeki ayeti okudum: "Andolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını görmüştür" (Necm,18). Buna şu cevabı verdi: "-Bu ayet seni nereye götürmüş`? (Ayeti anlamakta hata etmişsin, ayette Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın gördüğü belirtilen şey) Cibril (aleyhisselam)'dir. Sana kim: "Muhammed Rabbini görmüştür" derse veya "Emredildiği tebligattan bir şey gizlemiştir" derse veya "Allah'ın gayb ilan ettiği şu beş şeyi bildiğini söylerse: "Kıyametin ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez..." (Lokman, 34) bilki en büyük iftira ve yalanda bulunmuştur. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın, ayette bahsedilen rü'yeti Cebrail'le ilgilidir. Efendimiz'in gördüğiü şey, Cebrail'dir. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Cebrail (aleyhisselam)'i altı yüz kanadıyla fıtri suretinde ancak iki defa görmüştür: Bir defasında Sidretü'l-Münteha'da, bir defesında da (Mekke'nin aşağısında) Ciyad denilen yerde, ufku (her cihetiyle semayı) kaplamış vaziyette."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Necm (3274); Buhari, Tefsir, Maide 7, Bed'ül-Halk 6, Tevhid 4; Müslim, İman 287, (177).

Konu:  Tefsir


803-)  Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh), "(O güzel hareket edenler), lemem haric olmak üzere günahın büyüklerinden ve fuhuşlardan kaçınanlardır" (Necm, 32) mealindeki aynı ayet hakkında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ey Rabbim, sen affedicisin, hepsini affet, küçük günah işlemeyen kulun yoktur."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Necm, (3280).

Konu:  Tefsir


804-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kureyş müşrikleri, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le kader mevzuunda tartışmak için geldiler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu (mealen): "O gün onlar yüzlri üstünde sürüklenirler. (Onlara) tadın cehennemin dokunuşunu" (denilir). Şüphesiz ki biz, herşeyi bir takdir ile yarattık" (Kamer, 48-49).

Kaynak:  Müslim, Kader 19, (2656); Tirmizi, Kader 19, (2158) Tefsir, Kamer, (3286); İbnu Mace, Mukaddime 10, (83).

Konu:  Tefsir


805-)  Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün, Ashabının huzuruna çıktı ve Rahman suresini baştan sona okudu. Hepsi de sükût ettiler. Bunun üzerine: "Ben bu sureyi cinlere de okudum, onlar sizden daha güzel karşılık verdiler. Şöyle ki: "Cenab-ı Hakk'ın: "Rabbinizin hangi ni'metini tekzib edersiniz?" kavl-i şeriflerini her okuyuşumda şöyle diyorlardı: "Ey Rabbimiz, biz ni'metlerinden hiçbir şeyi tekzib edemeyiz, bütün hamdler sanadır."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Rahman, (3287).

Konu:  Tefsir


807-)  Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh), "(Sağcılar)... ve kadri yükseltilmiş döşeklerdedirler" (Vakıa, 34) mealindeki ayet hakkında, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şunu söylediğini nakleder: "Bunların yüksekliği sema ile arz arasındaki mesafe kadardır. İkisi arasındaki uzaklık ise beş yüz yıllık yürüme mesafesidir."

Kaynak:  Tirmizi, Sıfatu'l-Ceene 8, (2543).

Konu:  Tefsir


811-)  Hz. Ali (radıyallahu anh), "Rızkınıza (şükredeceğinize) siz behemahal tekzibe mi kalkışırsınız?" (Vakıa, 82) mealindeki ayetle ilgili olarak Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Siz Cenab-ı Hakk'ın size verdiği şükür makamında, "falanca falanca yıldızın batışı veya falanca falanca yıldızın doğuşu sayesinde yağmura kavuştuk" diyorsunuz."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Vakı'a, (3291).

Konu:  Tefsir


817-)  Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey iman edenler, siz Peygambere mahrem bir şey arzetmek istediğiniz vakit bu mahrem konuşmanızdan evvel sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı, daha temizdir. Fakat bulamazsanız Şüphe yok ki Allah çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir" (Mücadele, 12) mealindeki ayet nazil olduğu zaman Hz. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: " (Bu sadakanın) bir dinar olmasına ne dersin?" diye sordu. Ben: "- Bu miktar çoktur, takat getiremezler" dedim. " Yarım dinara ne dersin?" dedi. "- Ona da takat getiremezler" dedim. " Öyleyse ne kadar o1sun?" dedi. "- Bir kıl (ağırlığında altın) miktarı" dedim. " Sen de pek parasızsınl" dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: "Mahrem konuşmanızdan evvel sadakalar vereceğinizden korktunuz mu? Çünkü işte yapmadınız. (Bununla beraber) Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. O halde namazı kılın. Zekatı verin. Allah ve Peygamberine (diğer emirlerinde de) itaat edin. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır" (Mücadele,13). Hz. Ali (radıyallahu anh) der ki: "Allah, benim sebebimle bu ümmetin mükellefıyetini hafıfletti."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Mücadele, (3297).

Konu:  Tefsir


819-)  Ma'kıl İbnu Yesar (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim sabaha erdiği zaman üç kere "Euzubillahi's-semi'il-alim mineş-şeytani'r-racim" der ve Haşr suresinden üç ayet okursa, Allah onun için yetmiş bin meleği vekil tayin eder de onlar, akşam oluncaya kadar kendisine rahmet okurlar. Şayet o gün ölecek olsa şehid olarak ölür. Akşam vaktinde aynı şekilde okuyacak olsa, (keza sabaha kadar aynı şeyler sözkonusudur).

Kaynak:  Tirmizi, Fedailu'l-Kur'an 22, (2923).

Konu:  Tefsir


820-)  İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Beni Nadir'in hurmalığını yaktırdı ve kestirdi. Burası (Medine'de Yahudilerin ikamet ettikleri yer olan) Büveyra (denen mevki) idi. Vak'aüzerine şu ayet indi: "Herhangi bir hurma ağacını kestiniz, yahud kökleri üstünde dikili bıraktınızsa (hep) Allah'ın izniyledir. (Bu izin de) fasıkları rüsvay edeceği için (verilmiş)tir" (Haşr, 5).

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Haşr 2, Hars ve Müzara'a 6, Cihad 154; Megazi 14; Müslim, Cihad 139, (746), Tirmizi, Tefsir, Haşr (3298); Ebu Davud, Cihad 91, (2615).

Konu:  Tefsir


824-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), "Kendilerinde fakirlik ve ihtiyaç olsa bile (onları, Muhacirleri) öz canlarından daha üstün tutarlar.." (Haşr, 9) mealindeki ayetle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: "Ensar'dan birinin evine misafır geldi ve geceyi yanında geçirdi. Ev sahibinin evinde kendisinin ve çocuklarının yiyeceğnnden başka yiyecek bir şey yoktu. Hanımına: "Çocukları uyut, ışığı söndür ve mevcut yiyeceği misafıre yaklaştır" diye emretti. Bunun üzerine ayet indi.

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir,Haşr, (3301).

Konu:  Tefsir


826-)  Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kadınlarla biatı (elle musafaha etmeden) sözle yapıyor ve şu ayette belirtilen şartları koşuyordu: "Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, evlatlarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmeleri, (emredilecek) herhangi bir iyilik hususunda sana asi olmamaları.." (Mümtahine,12). Hz.Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in eli, malik olmadığın hiçbir kadının eline asla değmedi. Kadınlar, bu şartları kendi sözleri ile ikrar edince, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Artık gidin, sizinle biat ettik" derdi (ve musafahada bulunmadan onlarla biatını tamamlardı). Hayır, Allah'a yemin olsun, asla onun eli hiçbir kadının eline değmedi. Fakat kadınlarla sözle biat akdi yaptı."

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Mümtahine 2, Talak 20, Ahkam 49; Müslim, İmarat 88 (1866); Tirmizi, Tefsir, Mümtahine, (3303).

Konu:  Tefsir


828-)  Abdullah İbnu Selam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kendi aralarında müzakere eden bir grup Ashabın arasında oturuyordum. "Keşke, diyorlardı Allah nazarında hangi amelin daha muteber olduğunu bilsek de onu yapsak." Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu: "Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih ve tenzih etmektedir. O, galib-i mutlaktır, yegane hüküm ve hikmet sahibidir. Ey iman edenler, yapamayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapamayacağınızı söylemeniz, en şiddetli bir buğzu (davet etmiş olmak) bakımından Allah indinde büyüdü" (Saff, 1-3). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yanımıza gelerek vahyi okudu."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, (3306).

Konu:  Tefsir


829-)  Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le birlikte namaz kılarken yiyecek maddesi taşıyan bir kervan geldi. Cemaatte bulunanlar, (camiyi bırakıp) kervanı karşılamaya koştular. Camide on iki kişi kaldı. Hz. Ebu Bekir ve Ömer (radıyallahu anhüma) kalanlar arasındaydı. Bu durum üzerine şu ayet nazil oldu. (mealen): "Onlar bir ticaret, yahud bir oyun, bir eğlence gördükleri zaman ona yönelip dağıldılar. Seni ayakta bıraktılar. De ki: Allah nezdindeki (sevab, mü'minler için) eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır" (Cum'a, 11).

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Cum'a 2, Büyü 6, Cum'a 38; Müslim, Cum'a 36, (863); Tirmizi, Tefsir, Cum'a, (3308).

Konu:  Tefsir


830-)  Hz. Cabir (radıyallahu anh): "...Medine'ye dönersek, şerefli kimseler alçakları and olsun ki, oradan çıkaracaktır" (Münafıkün, 8) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yapmıştır: "Bunu söyleyen (meşhur münafık) Abdullah İbnu Übey İbni Selül'dür."

Kaynak:  Buhari,Tefsir, Münafıkun 5, 7; Müslim, Birr 62, (2584); Tirmizi, Tefsir, Münafıkün, (2312).

Konu:  Tefsir


831-)  Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir sefer esnasında Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le beraber çıkmıştık. Bir ara bütün askerler sıkıntıya düştü. Übey İbnu Selül (fırsattan istifade) şöyle dedi: "Resûlullah'ın yanındakilere infak etmeyin de etrafından dağılsınlar." Ayrıca şunu da ilave etti: "Hele Medine'ye bir dönelim, aziz olanlar, zelil olanları oradan sürüp çıkaracaktır." Ben hemen gelip bu sözleri Hz. Peygamber'e haber verdim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Übey İbnu Selül'e adam göndererek yanına çağırdı ve "Böyle mi söyledin?" diye sordu. İbnu Selül, böyle bir davranışa yer vermediğine dair yemin etti. (Orada bulunanlar bu söze inanarak): "Zeyd, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a yalan söyledi" dediler. Bu sözlerine çok üzüldüm. Öyle ki, Cenab-ı Hakk beni tasdiken şu vahyi indirdi: "(Ey Muhammed) münafıklar sana gelince, "Senin, şüphesiz Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ederiz" derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu bilir, bunun yanında münafıkların yalancı olduklarını da bilir..." (Münafıkün,1). (Zeyd) der ki: "Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), (onlara: "Özür dileyin de) sizin için Allah'tan mağfiret taleb edeyim"dedi ise de başlarını çevirip gittiler." Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh), "..Onlar tıpkı sıralanmış kof kütük gibidirler..." (Münafıkün 4) mealindeki ayetle ilgili olarak da şu açıklamayı yaptı: "Münafıklar yakışıklı kimselerdi."

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Münafıkün 1, 2; Müslim, Sıfatu'l-Münafıkün 1, (2772); Tirmizi, Tefsir, Münafıkün, (3309, 3310).

Konu:  Tefsir


832-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) bir keresinde: "Kimin haccedecek kadar veya zekat farz olacak kadar malı olur da bu farzları ifa etmezse, ölüm sırasında geri dönüş (rec'a) taleb eder" buyurmuştu. Bir adam kendisine: "Ey İbnu Abbas, Allah'tan kork, geri dönüşü küffar taleb edecektir" dedi. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Ben size bu hususta ayet okuyayım" dedi ve şu ayeti okudu: "Ey iman edenler, sizi ne mallarınız, ne evlatlarınız Allah'ın zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Herhangi birinize ölüm gelip de: "Ey Rabbim, beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka verip dursaydım, iyi adamlardan olsaydım" diyeceğinden evvel size rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayın. Halbuki Allah hiçbir kimseyi eceli gelince, asla geri bırakmaz. Allah ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır" (Münafıkün 9-11 ) Adam tekrar: "Zekat vermeyi gerekli kılan miktar nedir?" diye sordu. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Mal iki yüz (dirheme) ulaşır ve geçerse." Adam: "Pekala, haccı gerekli kılan şey nedir`?" diye sordu. İbnu Abbas: "- Azık ve binek!" cevabını verdi.

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Münafıkün, (3313).

Konu:  Tefsir


834-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Ey iman edenler, eşlerinizin evlatlarınızın içinde hakikaten size düşman olanlar da vardır. O halde onlardan sakının.." (Teğabün 14) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: "Bu hitaba maruz kalan kimseler bir kısım Mekkeli erkeklerdir. Bunlar, hicret ederek Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelmek isterler, fakat kadın ve çocukları kendilerini terketmelerini istemeyerek hicretlerine mümanaat etmişlerdir. Bu kimseler bilahare hicret edip gelince, halkın, din hususunda çok şey öğrenmiş olduğunu görürler. Bunun üzerine (kendilerinin önceden hicret etmelerine mani olan) zevce ve evlatlarını cezalandırmak istediler. Bu hal karşısında Cenab-ı Hakk mezkur ayeti inzal buyurdu."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir" Teğabün, 3314).

Konu:  Tefsir


839-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kur'an-ı Kerim'de otuz ayetlik (şanı yüce) bir süre vardır. Bu süre (kendisini okuyan) kimseye (kıyamet günü) şefaat eder ve Allah'ın onu affetmesini sağlar. Bu süre Tebarekellezi bi-Yedihi'l-Mülk'dür." Ebu Davud'daki rivayette: "(Okumak suretiyle) arkadaşlığını kazanan kimseye sûre şefaat eder" denilmiştir.

Kaynak:  Ebu Davud, Salat 327, (1400) (veya Ramazan 10); Tirmizi Sevabu'l-Kur'an 9, (2893).

Konu:  Tefsir


840-)  Tirmizi'de, İbnu Abbas'tan gelen bir diğer rivayette, İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle dediğini belirtir: "Bu süre (kabir azabına, veya kabir azabına sebep olan günahlara karşı) engeldir, bu süre kurtuluş sebebidir, kişiyi kabir azabından kurtarır." Rezin şunu ilave etmiştir: "İbni Şihab demiştir ki: "Humeyd İbnu Abdirrahman'ın bana haber verdiğine göre, Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Mülk suresi, kabirde, arkadaşı yerine mücadele eder (ve onu azabtan korur)."

Kaynak:  Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 9, (2892).

Konu:  Tefsir


844-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), cinlere Kur'an okumadığı gibi, onları görmedi de. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir grup ashabıyla Ukaz panayırına gitmek niyetiyle yola çıktı. Bu esnada, şeytanlarla, semadan gelen haber arasına engel konmuş idi. (Bundan dolayı, mutad olarak semadan haber getiren) şeytanlar üzerine şahablar gönderildi. Böylece şeytanlar kavimlerine (eli boş ve habersiz) döndüler. Kavmi: "- Ne var, niye (boş) döndünüz?" diye sordular. Onlar: "- Bizimle semavi haber arasına mania kondu, üzerimize şahablar gönderildi. (Biz de kaçıp geri geldik)" dediler. "- Bu, dediler, yeni zuhur eden bir şey sebebiyle olmalı, arzın doğusunu ve batısını dolaşın, (bu engel hakkında bir haber getirin)." (Yeryüzünü taramak üzere gruplar halinde yola çıktılar. Bunlardan) Tihame tarafına giden bir grup, (Ukaz panayırına giderken yolda ashabıyla sabah namazı kılmakta olan Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e (Nehle denen yerde) rastladı. Kur'an-ı Kerim'in tilavetini duyunca durup kulak kabarttılar. "- Bizimle semavı haber arasına engel olan şey işte bu!" deyip kavimlerine döndüler. Onlara şöyle dediler: "- Biz hakiki hayranlık veren bir Kur'an dinledik ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona iman ettik. Rabbimize (bundan sonra) hiçbir şeyi asla ortak tutmayacağız.." (Cin 1-2) Bunun üzerine Cenab-ı Hakk Peygamberine (aleyhissalatu vesselam) vahyederek durumu bildirdi: "(Habibim) de ki: Bana şu hakikatler vahyolunmuştur: "Cinden bir zümre (benim Kur'an okuyuşumu) dinlemiş de (şöyle) söylemişler: "Bize, hakiki hayranlık veren bir Kur'an dinledik ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor..." (Cin 1-Cin'in sözü 15. ayette biter).

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Cinn 1, Ezan 105; Müslim, Salat 149, (449); Tirmizi, Tefsir, Cinn, (3320).

Konu:  Tefsir


848-)  Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Yahudilerden bir kısmı, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in bazı ashabına: "Peygamberiniz, cehennem bekçilerinin sayısını biliyor mu?" diye sordular. Onlar: "- Şimdilik bilmiyoruz, kendisinden soralım!" diye cevap verdiler. İçlerinden biri Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelerek: "- Ey Muhammed! Bugün ashabına galebe çalındı" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): " Ne ile, nasıl galebe çaldılar?" diye sordu. "- Yahudiler, dedi, onlara: "Peygamberiniz cehennem bekçilerinin sayısını biliyor mu?" diye sordu. " Peki ne cevap verdiler?" "- Şimdilik bilmiyoruz, peygamberimizden soralım" dediler. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): " Bir kavme bilmediği şey sorulursa, onlar da: "Bilmiyoruz, peygamberimize soralım deseler bu onlara galebe çalmak mı sayılır hiç? Fakat Yahudiler peygamberlerine (olmayacak şey sormuşlar): "Bize açıktan açığa Allah'ı göster" demişlerdi. O Allah düşmanlarını bana getirin. Ben de onlara cennetin beyaz toprağından sorayım." dedi. Yahudiler geldiler ve: "- Ey Ebu'l-Kasım, cehennemin bekçileri kaç tanedir?" dediler. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) parmaklarıyla bir on, bir de dokuz göstererek "19" dedi. "- Evet!" dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da onlara: " Pekala cennetin toprağı nasıldır?" diye sordu. Bir ara sustular. Sonra: "- Ey Ebu'l-Kasım, bize sen söyle!" dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "- Beyaz undan yapılmış ekmektir."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Müddessir, (3324).

Konu:  Tefsir


849-)  Hz. Enes (radıyallahu anh), Müddessir suresinin 56. ayetinde geçen, "O kendisinden korkulmaya daha layık, bağışlamaya daha ehildir" ifadesini Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle tefsir ettiğini belirtir: "Cenàb-ı Hakk (burada) buyuruyor ki: "Ben korkulmaya layığım, kim benden korkarsa kendine bir başka ilah edinmesin, onu affetmeye de ben ehilim, (bir başkası affedemez)".

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Müddessir, (3325); İbnu Mace, Zühd 35, (4299).

Konu:  Tefsir


850-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Ey Muhammed! Cebrail sana Kur'an okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme (sadece dinle)" (Kıyamet 16) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) vahiy geldiği zaman büyük bir şiddet (ve ağırlık) hissederdi. Bunun tesiriyle dudaklarını kımıldatırdı. Bunun üzerine şu ayet indi. (mealen): "(Ey Muhammed, Cebrail sana Kur'an okurken acele edip onunla beraber söyleme (sadece dinle). Onu toplamak ve okutmak bize aittir" (Kıyamet 16). İbnu Abbas devamla der ki: "Ayette geçen "onun toplanması" tabirinden murad "(yeni nazil olan) ayetin Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in kalbinde toplanması, yerleşmesi, sonra da Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) tarafından okunmasıdır." "Biz vahyi okuduğumuz zaman, sen onun kıraatine uy" (18. ayet) ayetinde de, "Dinle ve sus, sonra onu sana biz okuturuz" denmektedir. Bu vahiyden sonra, Cibril (aleyhisselam) vahiyle gelince, sadece dinlerdi. Cibril gidince yeni gelen vahyi, kendisine nasıl okunmuş ise, öylece okurdu."

Kaynak:  Buhari, Tefsir, Kıyamet 1, 2, Bed'ü'l-Vahy 4, Fedailu'l-Kur'àn 28, Tevhid 43; Müslim, Salat 147, (448); Tirmizi, Tefsir, Kıyamet, (3326); Nesai, Salat 37, (2,149,159).

Konu:  Tefsir


853-)  Urve anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anha) buyurdu ki: Abese ve Tevella suresi ama olan İbnu Ümm-i Mektum hakkında nazil oldu. Şöyle ki: Bir gün Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanına geldi ve: "Ey Allah'ın Resülü beni irşad et"diye talebde bulunmaya başladı. O sıra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında müşriklerin büyüklerinden biri vardı. İbnu Ümm-i Mektum'a cevap vermedi, o ısrar edince ondan yüzünü çeviriyor, öbürüne yöneliyor ve: "(Tevhid üzerine) söylediklerimde bir beis görüyor musun?" diye soruyordu. Müşrik: "Hayır!" diye cevap vermişti. İşte sure bunun üzerine indi."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Abese, (3328); Muvatta, Kur'an 4, (1, 203).

Konu:  Tefsir


854-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizler kıyamet günü ayakkabısız, çıplak ve sünnetsiz olarak haşir meydanında toplanacaksınız. " Bu açıklama üzerine bir kadın sordu: "- (Bu durumda) birbirimizin avret yerlerini görmez miyiz?" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (Abese suresinde geçen bir ayetle cevap verdi): " Ey kadın! "O gün herkesin kendine yeter derdi vardır" (37. ayet).

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Abese, (3329).

Konu:  Tefsir


855-)  İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kıyameti gözüyle görür gibi olmaktan hoşlanan kimse (şu sureleri okusun): "İze'ş-Şemsü Küvviret'; "İze's-Semau'n-fetarat'; "İze's-Semau'n-Şakkat."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Tekvir, (859).

Konu:  Tefsir


857-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır, af taleb eder ve tevbede bulunursa kalbi cilalanarak (leke silinir). Bilakis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Cenab-ı Hakk'ın: "Bilakis, onların irtikab edegeldikleri, kalplerini paslandırmıştır" (Mutaffifın 14) mealindeki ayette zikrettiği pasdır."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Mutaffıfın (3331); İbnu Mace, Zühd 29, (4244).

Konu:  Tefsir


859-)  Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: (Bürüc süresinin), "İçlerinde burçları bulunan semaya, vaadedilen güne, şahidlik edene ve şahidlik edilene andolsun.."ayetlerinde (1-3) geçen "vaadedilen gün" den maksad kıyamet günüdür; "şahidlik edilen gün"den maksad arefe günüdür; "şahidlik eden"den maksad da cuma günüdür." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla buyurdular ki: "Güneş, cumadan daha hayırlı bir gün üzerine ne doğdu ne de battı. Onda bir an vardır ki, hayır duası o ana rastlayan bir kulun duası, mutlaka kabul edilir, bir şerden sakınma (istiaze) talebinde bulunan kimse de mutlaka ondan sakındırılır."

Kaynak:  Tirmizi, Tefsir, Bürüc, (3336).

Konu:  Tefsir

<<İlk <Önceki 1 2 3 [4] 5 6 7 8 9 Sonraki> Son>>

 


İletişim